1915-22 yılları arasında New York Times gazetesinde yayınlanan haberlerin derlemesi.

Çeviren Ayşe Günaysu
 
ERMENİ LİDERLER CELAL BEYE CEVAP VERDİ - 17 Ekim 1915
MORGENTHAU KATLİAMLARIN YENİDEN HIZ KAZANDIĞINI -  BİLDİRİYOR - 12 Ekim 1915
VİLAYETLER İÇİN HİÇBİR ŞEY YAPAMADI - 10 Ekim 1915
ERMENİLERE YAPILAN MEZALİMİ SAVUNUYOR - 10 Ekim 1915
YAPILAN HESAPLARA GÖRE 800.000 ERMENİ YOK EDİLDİ - 7 Ekim 1915
VAN’DA TÜRKLERİN BAŞINDA BİR ALMAN VARDI - 6 Ekim 1915
HÜKÜMET ERMENİSTAN İÇİN UYARIDA BULUNDU - 4 Ekim 1915
ERMENİSTAN’DAN KORKUNÇ MEZALİM HABERLERİ - 4 Ekim 1915
KATLİAMLARIN ÖNLENMESİ İÇİN BERNSTORFF'TAN DESTEK İSTENDİ - 1 Ekim 1915
TÜRKLER ERMENİ DEVLET YETKİLİLERİNİ ÖLDÜRDÜ - 30 Eylül 1915

BÖLÜM I BÖLÜM II | BÖLÜM III | BÖLÜM IV | BÖLUM V

ERMENİ LİDERLER CELAL BEYE CEVAP VERDİ

Türk Konsolos’un katliamları inkar eden sözlerinin baştan aşağı gerçek dışı olduğunu söylediler.

VAN’DAKİ ÇARPIŞMALARLA İLGİLİ AÇIKLAMA YAPTILAR

“Orada Hıristiyanlar canlarını kurtarmak için kendilerini savundular” -----

Protesto Toplantısı Bugün Century Theater’da

17 Ekim 1915

Ermenilerin Birleşik Devletler’deki önde gelen örgütü Ermenilerin Genel İlerici Derneği Başkanı Dr. M. Simbad Gabriel ve Amerika’daki Ermeniler Birliği’nden Arshag D. Mahdesian, Osmanlı devletinin New York’daki başkansolosu’nun THE TIMES’a verdiği demece karşı dün bir cevap yayınladılar. Başkonsolos Ermeni Mezalimine Karşı Amerikan Komitesi’nin yayınladığı raporu uydurma olarak nitelemiş ve  Türklerin Ermenilere karşı almak zorunda kaldıkları önlemlerinin nedeninin Ermenilerin düşmanca faaliyetleri olduğunu belirtmişti. 

Mr. Mahdesian başkonsolosun söylediklerinin baştan sona gerçekdışı olduğunu ve “Celal Bey’in kendi memleketini son yüzyıllarda bütün bir ırka karşı işlenmiş en korkunç mezalimin suçundan aklamak için gösterdiği beyhude bir çaba”dan ibaret olduğunu belirtti.   

"Celal Bey [Büyük Britanya Parlamentosu’nda] milletvekili olan Noel Buxton’ın Van’a yaptığı ziyaretten bahsediyor. Ancak kendisi de bunun gerçek dışı olduğunu bildiği halde,  bu ziyaretin mevcut savaşın başlamasından sonra yapıldığını ve Noel Buxton’un Türk hükümetine karşı bir ayaklanma başlatmaya çalıştığını iddia ediyor. Gayet kurnazca bir şekilde yaşananları gerekçelendirmek için kullandığı bu ziyaret gerçekte 1914’ün başlarında, savaşın başlamasından aylar önce gerçekleşmişti ve bunu en iyi Celal Bey bilir. Ve elbette Mr. Buxton’ın savaş öncesinde, ya da savaş sırasında ya da herhangi bir zamanda ayaklanma başlatmak gibi bir niyeti olmamıştır.”  

 İsimler neden kamuoyuna açıklanmadı?  

"Celal Bey bir de, Piskopos Greer, Cardinal Gibbons, Haham Wise, Oscar S. Straus ve Cleveland H. Dodge gibi kişilerin yer aldığı komitenin, Türklerin bugün Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilere karşı sürdürmekte olduğu mezalime ilişkin bilgileri kendilerine ulaştıranların isimlerini neden açıklamadığını soruyor. Hemen söyliyeyim: Çünkü komite bu isimleri açıklasaydı, Celal Bey’in hepsini Türkiye’ye telgrafla bildireceğini, bunun da isimleri verilen herkesin  ölümü ya da işkenceye tabi tutulması anlamına geleceğini biliyor.

“Mezalim Komitesi’nin raporu ne kadar korkunç olsa da, şu anda yaşananların tüm dehşetini yansıtmıyor.  Örneğin raporda genç kızların kollarının bacaklarının kesildiğini, sakatlanmış bedenlerini, kolları, bacakları ve gövdelerine kilosu “bir metelik” yazılı halde pazarlarda satışa çıkarıldığı yazılmamış. Bir metelik Amerika’da bir senttir. Bu, Türklerin Ermenileri terrörize etmek için yaptıkları şeylerden yalnızca birisidir ve bunlar Harput’ta, Hacin’de, Malatya’da ve diğer yerlerde yaşanmıştır. Bu bilgi bize kesinlikle güvenilir kaynaklardan ulaşmıştır.  

"Dahası raporda Van’ın  ‘pis Ermeni’ mahallesinin bombardımanı için Türklerin verdiği emrin altında bir Alman subayının imzasının olduğu, bombardımanın özellikle şehrin Ermeni kesimini ve Amerikan misyonerlerinin tesislerini hedef aldığını, bombardıman sırasında beş Amerikan bayrağının Alman subayının direktifleriyle vurulduğu da belirtilmiyor. "

1912’de Washington’da toplanan Uluslararası Kızıl Haç Kongresi’nde Osmanlı delegasyonunda yer alan Dr. Gabriel de şöyle konuştu:

"Anlaşılan o ki, Türkler Rumları, Manoritleri, Bulgarları, Ermenileri sadece “öldürmüş”, katletmemiş. Onlar Türk yönetimine baş kaldırınca Türkler de onları öldürmüş. Konsolosa göre Van’da Ermeniler elde silah Türk hükümetine karşı ayaklanmışlar, böyle olunca onları asiler olarak görmeleri normalmiş ve Türk askerleri de şehri geri aldıklarında devrimcilere kadife eldivenle muamele edecek değillermiş. 

"Konsolos böyle diyor. Kendin iddialarını gerekçelendirmek için gerçekleri bu kadar korkunç bir şekilde çarpıtmasaydı, söylediklerine kulak vermek mümkündü.  İşin gerçeği, Türkler yeni bir dehşet egemenliğini ve Van vilayetinde katliamları çoktan başlatmış bulunuyorlardı. ‘Üzücü olaylar’ sonucunda Van’ın kendini savunmaktan başka çaresi kalmamıştı.   Diğer kasaba ve köyler Türk yetkililerin kendilerine bir şey yapmayacağı vaadlerine inanarak silahlarını teslim etmişlerdi. Diğerlerinin başına gelenleri gören Vanlı Ermeniler silahlarını teslim etmeyi reddettiler, ama Türk birlikleri saldırıncaya ve Amerikan misyonerlerinin evleri de dahil mahallelerini bombalamaya başlayıncaya kadar kesinlikle hiçbir devrimci harekata girişmemişlerdir.

"Eğer Trabzon’dakiler gibi bazı Ermeniler ‘şüpheli unsular’ olarak görülüyorlar idiyse ‘ülkenin iç tarafları’na, Küçük Asya’nın ta en içlerinde bulunan Sivas ve Harput gibi vilayetlere sevkedilebilirlerdi. O halde Trabzon’un bütün Ermenileri, 10.000 kadın, erkek, çocuk, neden evlerinden alınıp Karadeniz’e döküldüler? Italyan konsolosu bu akıl almaz vahşetin görgü tanığıdır. Bu gerçeği kim inkar etme cüretini gösterebilir? Büyükelçi Morgenthau, Konstantinopolis’ten çektiği telgrafta Türkiye’de Ermenilerin çoğunluğunun öldürüldüğünü bildiriyor.  Büyükelçi kesin doğruluğundan emin olmasa  bunu söyleyebilir miydi? 

"Çoğunluk kaç kişi anlamına geliyor? En az 800.000. Bu, en son gelen bilgilerde belirtilen rakamdır ve en iyimser ihtimaldir. Tüm bilgiler bizi kurbanların sayısının bir milyonun üstünde olduğu sonucuna götürüyor."

Binden fazla kilisenin ve dini kuruluşun temsilcileri bugün Century Theatre’da Ermenilerin Türkler tarafından katledilmesini protesto etmek üzere düzenlenen kitlesel toplantıya katılacaklar. Katılımcılar bütün mezhepleri temsil edecek.  

Dün Cardinal Farley’in toplantıda kendisini temsil etmek üzere resmen St. Patrick Katedrali’nin başkanı Peder Lavelle’i atadığını açıkladı. Katliam bölgesinden yeni gelen misyoner ve yolcular konuşmacı olarak katılacaklar. Diğer konuşmacılar ise  W. Bourke Cochran, Haham  Stephen S. Wise ve Boston’dan James L. Barton olacak. Başkanlığı ise Hamilton Holt yapacak.

Salonun kapıları saat 8’de açılacak. Giriş için bilet sorulmayacak. 

MORGENTHAU KATLİAMLARIN YENİDEN HIZ KAZANDIĞINI BİLDİRİYOR

Bulgaristan’ın Türkiye’nin Yanında Yer Almasının Ardından Ermenilere Yönelik Yeni Katliamlara Girişildi

Washington, 12 Ekim – Bulgaristan’ın Türkiye’nin müttefiki olarak fiilen savaşa girmesi üzerine Asya Türkiyesi’nde Ermenilere yönelik katliamlar yeniden hız kazandı. Bu bilgi, Asya Türkiyesi’ndeki Ermenilerin çoğunun öldürüldüğünü bildiren Büyükelçi Morgenthau tarafından Dışişleri Bakanlığı’na ulaştırıldı.

ABD hükümetinin, bir süre önce Ermenilere yönelik katliamların devam etmesi halinde Amerikan toplumunun Türkiye’ye karşı dostluğunu kaybedebileceğine dair uyaran notuna cevap gelmedi.

Daha önce iletilen uyarılar karşısında Türkiye iki konuda taviz vermiş, birincisinde ülkeyi terk etmek isteyen Ermenilere zarar verilmeyeceği, ikincisinde Protestan Ermenilere dokunulmayacağı vaadinde bulunulmuştu. Ne var ki, Amerika’ya ulaşan bilgiler, verilen bu iki söze tam olarak uyulmadığını gösteriyor. Bir kaynağa göre “bu iki karar ertesi gün geri alındı”.

Her ne kadar yerleşim yerlerini terk etme emri verilen Ermeni sığınmacılara dağıtılmak üzere kişilerin yaptığı bağışlardan toplanan 100.000 dolar Büyükelçi Morgenthau’a teslim edilmişse de, ilk başta planlananın aksine, kendileri dost ya da akrabalarının yanına gelenler hariç, Ermenileri  Amerika’ya getirme yönünde herhangi bir düzenleme yapılmadı. Hayatta kalan Ermeniler Dicle ve Fırat nehirleri arasındaki bölgede toplanmış durumda.

TÜRKLERİN ERMENİ KORKUSU

Amerikalı [Tanık] Katliamların Büyük Ölçüde Ayaklanma Korkusundan Kaynaklandığını belirtiyor

Türkiye’deki Amerikan kolejlerinden birinde görev yapan bir Amerikalı öğretmen, Amerikan Ermeni Mezalimi Komitesi’ne gönderdiği mektupta, Türklerin Hıristiyan komşularını katletmelerinin başlıca nedeninin Ermenilerin kendilerine karşı ayaklanacakları korkusu olduğunu belirtiyor.

Mektubu yazan öğretmen Nisan’ın son haftasında, görev yaptığı kolejde Ermenice öğretmenin yirmi beş önde gelen Ermeni ile birlikte tutuklandığını ve hapse konulduğunu anlatıyor. Ermenice öğretmeni daha sonra Sivas’a götürülüyor ve orada 26 Haziran’da hayatını kaybediyor. Kentin diğer önde gelen, itibarlı şahısları, aralarında öğretmen Hagopian ve Manasdjian da olmak üzere, kışlaya götürülüyor ve orada toplananların sayısı 1.215’e ulaşıyor.

Mektup şöyle devam ediyor: “Bu 1.215 Ermeni, hükümetin emriyle beş-altı kişilik gruplar halinde birbirine bağlandı ve jandarma eşliğinde gece vakti yola çıkarıldı. Şehirden üç saatlik uzaklıkta, ıssız Zile yolu üzerinde bu insanların hepsi jandarmalar ve ‘çete’ denilen gruplarca feci şekilde katledildi. Çeteler, özel olarak Ermenileri katletmek üzere hapishanelerden salıverilen katillerden oluşuyor.”

Mektupta, Temmuz ayında şehrin kolej binalarına en yakın olan kesiminden 12.000 kişinin topluca tehcir edildiği ve bir süre sonra erkeklerin, kadın ve kızlardan ayrılarak, hepsi değilse bile çoğunun öldürüldüğü, kadın ve kızların yola devam ettirildiği, yürüyüş süresince Türklerin bunları haremlerine katmak üzere jandarmaların elinden aldığı, geri kalanının da yol kenarında can verdikleri yazıyor.

Öğretmen mektubunda durumu şu sözlerle anlatmaya devam ediyor: “Bir devlet yetkilisi sürgünlerin 500-600 mil uzaklıkta, Mezopotamya çöllerindeki Musul’a gönderileceğini bildirdi. Aynı yetkili bize bu insanların söz konusu yere ulaşabilmesinin fiilen imkansız olduğunu da söyledi.

“Samsun, Amasya, Vezirköprü, Çorum ve Merzifon civarındaki diğer şehir ve köyler de Ermeni nüfustan arındırıldı.

“Ağustos sonunda, Ankara’dan Konstantinopolis’e uzanan Anadolu Tren Hattı boyunca yeterli yiyecekleri ve altına sığınacakları hiçbir şey olmaksızın tarlalara ve istasyonlara dağılmış halde 50,000 Ermeni gördüm. Sadece Merkeci’de istasyon müdürü bize burada 30.000 sürgün bulunduğunu söyledi. Çoğu açlıktan bitkindi, geri kalanları da can çekişiyordu.”

Mektubun yazarı, bulunduğu kentin Amerikalı konsolosunun, Türk hükümetinin Ermenileri imha etme kastıyla hareket ettiğini söylediğini aktarıyor.

Alman İmparatorluğu Büyükelçisi [Ermenilerin] Yalnızca Konstantinopolis’te Zulme Uğramasını Engelleyebildi

VİLAYETLER İÇİN HİÇBİR ŞEY YAPAMADI

Hıristiyan Askerlerin Müttefikler Saflarına Geçmesi Üzerine Öfkeden Deliye Dönen Türkler Katliamlara Devam Ediyor

10 Ekim 1915

KONSTANTİNOPOLİS, 20 Eylül, (The Associated Press muhabiri bildiriyor) – Konuyla ilgili bütün haberlere ambargo koyan Türk Hükümeti Ermenilere yaptıkları üzerine kalın bir örtü örtmeyi başardı. İç bölgelerdeki vilayletlerde bu insanların akıbetine ilişkin hiçbir kesin bilgi elde edilemiyor; ancak Ermenilere karşı planlanmış olan sert önlemlerin Alman hükümetinin karşı çıkması üzerine Konstantinopolis’te yürürlüğe konulamadığı biliniyor.

Geçici olarak Alman Büyükelçisi görevini yürüten Prens Hohenlohe- Langenburg tarafından Osmanlı Hükümeti’ne Ermeniler konusunda üç ayrı nota verildi. Associated Press’e ulaşan haberler doğru ise, Alman Hükümetinin mevcut koşullarda yumuşak davranmak durumunda olması nedeniyle söz konusu notaların etkisi uzak bölgelere kadar ulaşamadı. Türkiye hâlâ Almanya’nın müttefiki ve anlaşıldığı kadarıyla Ermeniler, açıkça Müttefik devletlerden yana tutum aldıklarından Alman hükümeti ve halkının sempatisini büyük ölçüde kaybettiler. Ermenilerin çoğu Van’da,  Zeytun ve Dört Yol çevresinde Rus birliklerine katılarak Türk hükümetine karşı ayaklandılar. Söz konusu üç nota Türk Hükümetini Ermeni meselesinde daha mantıklı ve insancıl bir yaklaşım benimsemesi için haftalar süren ikna çabalarının resmi birer ifadesiydi. Notalardan biri, birkaç kişinin yaptıklarının bedelini bütün Ermenilere ödetmenin büyük bir adaletsizlik olduğuna işaret ediyordu. Ancak Türk Hükümeti tuttuğu yoldan şaşmadı.

Yukarıda da belirtildiği gibi kesin bilgilerin elde edilmesi şu an için imkansız. Türk yetkililerinin hepsi de konuyu tartışmayı reddediyor, ya da bütün suçu Ermenilere yüklüyor. Ermeniler de cezalandırılma korkusuyla konuşmayı reddediyor, ya da tüm sorumluluğu Türklere yüklüyor. Sonuç olarak birbiriyle çelişen bir yığın iddia ile karşı karşıyayız. Bir tarafta Türk yetkililer, Ermenilere iyi davranıldığı gibi gülünç bir iddiada bulunurken, diğer tarafta Ermeniler, Zeitun, Dört Yol ve diğer yerlerde 50.000 Ermeninin katledildiğini ileri sürüyorlar.   

Türklerin birçok vakada gereksiz şiddet uygulamaktan suçlu olduğu, bazı durumlarda da öldürme ve tecavüz dahil canavarca şiddet uygulanmasına göz yumdukları artık kesin olarak tespit edilmiş durumda.  Öte yandan  Konstantinopolis’te güvenilir çevrelerden gelen bilgilere göre, Van’da Ermeniler Türk nüfusa karşı benzer aşırılıklara başvurmakla, Türkler de güç kendi ellerinde olduğunda bunun bedelini ödetmekle suçlanıyor.   

Türk hükümetinin yaptıklarının başkentte ilerici Türk çevreleri tarafından onay gördüğü söylenemez. Bu çevrelerin büyük bir bölümü uzlaşmacı bir politikadan yana ve bazıları, Küçük Asya’da Osmanlı İmparatorluğu Hükümeti’nin egemenliği altında ayrı bir Ermeni devletinin kurulmasını savunacak kadar bile ileri gidiyor. Bu arada Osmanlı hükümetinin, ya Ermenilerin zulme uğradığını toptan inkâr etme, ya da suni olduğu fazlaca açık gerekçeler sunma şeklinde tezahür eden eğilimi, hükümetin gerçeğin ortaya çıkmasından hem utandığı, hem de korktuğunu göstermekten başka bir işe yaramıyor. The Associated Press muhabirinin Ermeni nüfusun akıbetini aydınlatma konusunda yaptığı çok sayıda girişim, Türk yetkililer konuşmayı reddettiği için ve sansür konuyla ilgili hiçbir haberin sızmasına müsaade etmediği için başarısızlıkla sonuçlandı.

Yine de Ermenilerin hiç suçu olmadığı söylenemez. Ermenilerin ulusal emelleriyle bağlantılı bütün faktörleri bir yana bıraksak bile, Türklere ve Osmanlı Hükümetine yönelik davranışları sürekli baskıcı önlemleri davet etmiştir. Zeytun, Dört Yol ve Van’daki ayaklanmalar ve Ermeni askerlerin Gelibolu’da ve Kafkaslarda toplu olarak Müttefik devletler saflarına geçmesi, Türk’ün kalbini Ermenilerle ilgili konularda taşlaştırdı ve o şimdi intikamını suçlu-suçsuz ayrımı yapmaksızın hepsinden alıyor. 

Konstantinopolis’te haftalardır Ermenilerle ilgili s öylentiler dolaşıyor. Bunlardan en ilginç olanı Şeyhülislam’ın bile Ermenilere yapılan aşırılıkları protesto ettiği yönünde. Bu doğru olabilir çünkü Şeyhülislam ılımlı ve ilerici eğilimlere sahip bir kişi olarak tanınıyor.    

Konstantinopolis’te Alman Hükümetinin bir süredir, hatta savaşın başından beri Ermenilere özel bir ilgi gösterdiği iddia ediliyor. Buna göre Almanlar, Türkiye ile Müttefikler arasındaki savaşın ilk başından bu yana, Ermenilerin zor kullanarak bağımsızlıklarını ilan etme girişiminde bulunmasından korkuyordu.  İleri gelen Ermenilere, mantıklı bir davranışın benimsenmesi halinde Almanya’nın Ermenilere yönelik iyi niyetli ilgisinin devam edeceği, hatta artacağı yönünde bilgiler verildi. Bu vaadi yaygınlaştırma görevi verilen kişilerin yarattığı etki bir süre amaçlanan sonucu yarattı. Ancak geçen Ocak ve Şubat aylarında, özellikle Müttefiklerin Çanakkale’de yoğun saldırıya geçtikleri Mart ve Nisan aylarında bu aracıların hizmetleri değerini kaybetti.  İtilaf devletlerinin zaferine ilişkin abartılı haberler Ermenilerin hayal gücünü alevlendirdi ve birçok yerde isyan çıkardılar.

O zamandan bu yana neler olduğu henüz bilinmiyor. Olayların yaşandığı bölgelere hiçbir gazetecinin girmesine izin verilmiyor ve buralardan gelen bilgiler ise güvenilir nitelikte değil. Ancak Türk hükümetinin ketumluğunun, özellikle Alman Hükümetinin oynadığı rol göz önüne alındığında hayra yormak imkansız.     

TÜRK DEVLET ADAMI KATLİAMLARI KINADI

Şerif Paşa, Jön Türklerin Ermenileri İmha Etmeyi Uzun Süredir Planladığını Anlatıyor

Jön Türklerin, yani İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin, Ermeni halkını imha etme planlarını yıllardır hazırlamakta olduğu suçlaması, Mehmet Şerif Paşa’nın Journal de Geneve gazetesine gönderdiği bir mektupta yer aldı. Bu tanınmış sürgünün görüşleri hiç kuşkusuz, bugün Türkiye’de iktidarda olan partiyle bağlarını kopardığı için anayurdunu terk etmek zorunda kalmış olması ışığında değerlendirilmeli. Mehmet Şerif Paşa’nın düşmanları bile – ki ne kadar güçlü düşmanları olduğu, iki yıl önce Paris’teki Türk polis ajanlarının suikastından kıl payı kurtulmasından anlaşılabilir – onun Jön Türklerin izlediği politikaya ilişkin mükemmel gözlemlerde bulunma fırsatına sahip olduğunu kabul etmek zorundadır; çünkü Şerif Paşa Jön Türkler, Abdülhamit rejimini devirip ilk kez iktidara geldiklerinde parti organlarının önde gelen üyelerinden biriydi ve sonrasında partinin vaad ettiği reformları uygulamaya koymaya niyetinin olmadığını anlayınca saflarından ayrılarak muhalif Liberal partiyi kurdu. Kendisi şu an hayatta olmayan, yeni Anayasa döneminde Abdülhamit’in baş danışmanlarından Sadrazam Sait Paşa’nın oğludur. Prens Halim’in kızı Prenses Emine’nin eşidir ve şu an Sadrazam olan Prens Said Halim’in kayınbiraderidir. Bir süre İsveç Büyükelçiliği de yapmıştır.

[Mektubunda] mevcut rejim tarafından Ermenilere yapılan mezalimin Cengiz Han ve Timurlenk’in vahşetini de geçtiğini belirttikten sonra, Şerif Paşa sözlerine şöyle devam ediyor:

“Hiç şüphesiz, İttihatçıların düşünce yapısı, açıktan Almanya’nın safında yer alıncaya kadar, uygar dünya tarafından görülemedi; ama ben altı yıldan fazla Meşrutiyet gazetesinde (Şerif Paşa’nın önce Konstantinopolis’te, daha sonra Paris’te yayınlanan gazetesi) ve başka tarafsız gazete ve dergilerde İttihatçı zihniyetinin ne olduğunu yazdım ve Fransa ile İngiltere’yi, onlara ve başta Ermeniler olmak üzere Osmanlı sınırları içindeki milliyetlere karşı hazırlamakta oldukları planlar konusunda uyardım.

"Sadakatleri, ülkeye yaptıkları hizmetler, yetenekli devlet adamları ve görevlileriyle, her alanda – ticarette, sanayide, bilimde ve sanatlarda – Türklerle yakın bağlar içinde olan bir ırk varsa, o da hiç şüphesiz Ermenilerdir.” 

Şerif Paşa daha sonra, matbaanın ve tiyatronun Türkiye’ye getirilişi de aralarında olmak üzere, Ermenilerin Türk uygarlığına yaptığı katkıları sıralıyor, Osmanlı Anayasası’nın hazırlanmasında Midhat Paşa’yla birlikte çalışan bir Ermeniye, Odyan Efendi’ye atıfta bulunuyor ve Türkiye ile İran’daki despotizme karşı ajitatörlükte sergiledikleri yüksek yeteneklerin (otokratik Jön Türk “reform”cularının Ermenilerin bu özelliklerine hiç de iyi gözle bakmadıklarına şüphe yok) altını çiziyor. Daha sonra mektubu şu sözlerle devam ediyor:   

"Heyhat! Osmanlı İmparatorluğu’nda bir yenilenmenin gerçekleşmesi için gerekli tohumları atan bu kadar yetenekli bir halkın tarihten silinme noktasına gelmesi ve  – Yahudilerin Asurlular tarafından köleleştirilmesi gibi bile değil, imha ediliyor olması   – en katı yürekleri bile kanatmalıdır. Değerli gazetenizin şu anda katledilmekte olan bu halka, katillere olan öfkemi ve kurbanlara olan muazzam merhamet duygumu ifade etmeme aracılık etmesini rica ediyorum.   

"Bu sorumluluk bildiğim görevimi yerine getirdikten sonra, bedbaht Ermeni halkından ayrı olarak,  son altı yıldır beceriksizce bu İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin savunuculuğunu yapan bazı Ermeniler ve propagandistleri, yaşadıkları zulmün hazırlayıcısı olarak ayrı bir yere koymak istiyorum. Onları defalarca İttihatçıların kötü niyetleri, çok yakından tanıdığım karanlık ruhlarının sapkınlığı konusunda uyardım.  Üstelik, İttihatçıların emirleriyle kışkırtılan Adana katliamı gerçek durumun ne olduğunu görmelerine vesile olmalı, akıllarını başlarına getirmeliydi. Bazıları, çıkarlarını yanlış yerde görerek, bazıları kötü niyetli siyasi ittifaklardan etkilenerek – hatalarının bedelini darağacında ödeyen zavallı Konstantinopolis mebusu Zohrab Efendi gibi- Ermeni siyasi liderlerinin hepsi, ya da neredeyse hepsi, kaderlerini İttihatçıların kaderine bağlayarak, ulusal davalarına hizmet edeceklerine, taviz verdiler.       

"Eğer bu habis ve ihanet içindeki örgütün bayrağı altına girmektense, tuttukları yolun tehlikesini ne zamandır kendilerine canları pahasına göstermekte olan gerçek liberallerin yanında saf tutsalardı, yalnızca ilkelerine sadakatlerini korumakla kalmayacaklar, bedbaht kardeşlerini savaş öncesinde yaşadıkları zulümden ve bütün bir ulusu tarih sayfalarında benzeri görülmemiş bir imha harekatından da korumuş olacaklardı."

ERMENİLERE YAPILAN MEZALİMİ SAVUNUYOR

Kont von Reventlow “Türkiye’nin [Ermenilere] Ne Yaptığı Kimseyi İlgilendirmez” dedi.

10 Ekim 1915

BERLIN, 9 Ekim, (Londra kaynaklı) – Tagezzeitung’un askeri konularda yazarı Count Ernst von Reventlow, aynı gazetede “’Ermeni Mezalimi’ Yaygarası Başladı” başlıklı makalesinde açıkça “Ermeni ayaklanmalarına karşı nasıl davranacağı Türkiye’nin kendi bileceği iştir” dedi.  Makalenin yazılmasına, Amerika’nın Türkiye Büyükelçisi Henry Morgenthau’ın  Ermenilere yönelik katliamlara son verilmemesi halinde Birleşik Devletler ile ilişkilerin tehlikeye gireceğine ilişkin Türkiye’ye verdiği uyarı notası neden oldu. 

Count von Reventlow makalesinde, konu üzerinde fikir beyan edecek durumda olmadığını, ancak Türkiye’nin gözdağı verilmesine izin vermeyeceğini umduğunu yazıyor ve şöyle devam ediyor:     

"Eğer Türkiye, Ermeni ayaklanmalarının ve diğer tertiplerin, bir daha tekrarlanmasına izin vermeyecek şekilde eldeki bütün olanaklarla bastırılmasını gerekli görüyorsa, bu yaptığı katliam ya da mezalim değil, haklı ve gerekli bir önlem almaktan ibarettir; bu önlem özellikle Türk imparatorluğunun bir ölüm kalım savaşı vermekte olduğu ve yeterince dış düşmanının bulunduğu koşullarda daha da haklı ve daha da gereklidir. İngiliz ve Amerikalıların çıkarlarına uygun olduğu için [Türk imparatorluğunun] bağrında bir de iç düşman beslemesini talep etmek, çok fazla şey istemek demektir.     

"Türk imparatorluğu uzun zaman, Türkleri mahvetme, yağmalama ve soyma peşinde olan Büyük Güçlerin iç işlerine karışmasına tahammül etmek zorunda kaldı. Ama artık o zamanların geride kaldığını görmemiz gerekiyor. O zamanlar, Alman İmparatorluğu Türk müttefiğinin devrimci Ermenilere ne yaptığının yalnızca kendisini ilgilendirdiği konusunda kararlı tavrını aldığından bu yana gerçekten geride kalmıştır.” 

Yazar makalesinde, Frankfurter Zeitung gazetesinde yayınlanan, Alman konsolosunun çekilen acıları değiştirmek için çaba harcadığını, bu davranışın kendisine anlaşılamaz geldiğini ve siyaseten yanlış olduğunu belirten yazısına duyduğu tepkiyi de dile getiriyor:

"Biz Almanlar, Türklerin [kendi] Ermenilerine yaptıklarına ilişkin ne düşmanlarının, ne de tarafsız ülkelerin söylediklerine, ne de Alman konsolosunun sözlerine kulak vermeliyiz. Alman İmparatorluğu’nun ve bireyler olarak tüm Almanların yeri, eleştiride bulunmaksızın Türk müttefiğimizin yanıdır.”     

MEKTUPLAR MEZALİME TANIKLIK EDİYOR

Bir Türk, mektubunda Ermenilerin Tehcirinden Duyduğu Üzüntüyü Anlatıyor.

"Yetkililerin zalimliği kelimelerle anlatılamaz. Bazı vakalar var, parmak ucuyla tırnak arasına çivi ya da sivri uçlu nesneler batırılıyor; erkekler şuurunu kaybetmiş halde yere düşünceye kadar dövülüyor; ayak tabanlarına vuruluyor, sonra da açık yara halinde kanayan etin üzerine kaynak su dökülüyor; başka vakalar var, insanlar yakın arkadaşı tarafından bile tanınmayacak hale gelinceye kadar dövülüyor. Bütün bu işkenceler gizli bilgiler almak ve hükümete karşı planlanmış ya da planlanmamış tertip ve komploları itiraf ettirmek için.”  

Yukarıdaki satırlar, Türkiye’nin bir bölgesinde seyahat etme imkanını bulan ve Türkiye Ermenistanı’nda bir şehri ziyaret ettiği sırada yapılan işkencelere şahit olduğunu anlatan  bir kişiden Amerikan Yabancı Misyonlar Heyeti’ne gönderilen mektuptan alınmıştır.

Mektup şöyle devam ediyor: “Beş yüz kadar en ağır suçlu hapishanelerden serbest bırakılarak köyleri yakmak, insanları öldürmek ve evini barkını tahrip etmek için Rus sınırına gönderildi. Ülkeye seyahatimiz sırasında çeteler halinde dolaşan bu adamlarla karşılaştık.” 

İkinci mektup da topluca çöle ve Türk imparatorluğunun diğer uzak diyarlarına tehcir edilen Ermeniler hakkında. Adı belirtilmeyen bir şehirden yazılan mektupta “ilk grup toplumun eğitimli ve önde gelen kişilerden oluşuyordu. Bazıları tarifsiz işkencelere tabi tutulmuştu ve yürüyemiyorlardı”.  

Üçüncü mektup, bir Müslüman Türk’ten Amerika’daki oğluna yazılmış. Bu, çeşitli Türk olmayan kaynaklarda anlatılan [ABD’ye gönderilen]  dehşet verici işkence ve cinayet anlatılarını teyid eden ve ilk kez kesinlikle bir Türk kaynaktan elimize ulaşan, bu yüzden de son derece güvenilir bir belge.   

Aşağıda Amerikan Heyeti’nin aylık bülteninde yayınlanan bu mektuptan bazı bölümler yer alıyor:

"Gönderdiğin çeki sana geri göndneriyorum, çünkü nakde çeviremiyoruz. Nedeni de, artık Reaya (Hıristiyan) kalmadı. Köyde herkes artık Müslüman, çünkü  bütün Reaya komşular gece vakti sürgüne çıkarıldılar. Kimse nerede olduklarını bilmiyor. Evleri Kürtler ve Çerkez Başıbozuklar işgal etti. Hepsinin evinde Reayadan bir ya da iki köle kız var. 

“Zaman çok kötü oğlum. Reaya bizim her şeyimizdi. Onların yerine gelen hırsız Çerkezler bizim için çok adaletsiz oldu. Köyün bütün yaşlıları bu konuda aynı fikirde. Ama sadece birkaçı bu bedbaht insanlar için üzüntü duyuyor. Onlara yapılan muameleleri sana yazmak için tehlikeyi göze alıyorum. Hasat zamanıydı. Zavallı Reayanın evlerinde bir avuç öğütülmüş un bile yoktu, çoğu sebzeyle besleniyordu. Ellerinde biraz yiyecek var idiyse bile, yanlarına hiçbir şey almalarına izin vermediler. Bazıları yataklarından çekilip alındı, giyinmeye bile zamanları olmadı (çoğu yaşlı kadın ve çocuktu), yarı çıplak ve yalınayak yola çıkarıldılar. Bir çoğunun ilk günün sonuna kalmadan öldüğünü duyduk. 

Bütün ………… şehrinde ekonomik hayat durdu. Her şeye anarşi hakim. Tarlalarda kalan buğday yığınları sürekli olarak Başıbozuklar tarafından ateşe veriliyor. Bak sana söylüyorum, kış geldiğinde biz de açlıktan öleceğiz, çünkü, biliyorsun, hepimiz Reaya’nın ektiği ürünlerle karnımızı doyuruyorduk.”

Amerikan Heyeti, yukarıdaki mektuplara hiçbir yorum katılmadığını, çünkü zaten mektupların kendilerinin her şeyi anlattığını belirtiyor.

YAPILAN HESAPLARA GÖRE 800.000 ERMENİ YOK EDİLDİ

Vicont Bryce Lordlar Kamarası’nda, bu rakamın Türklerin kurbanlarının muhtemel sayısı olduğunu söyledi.

BİR DEFADA 10.000 KİŞİ DENİZDE BOĞDURULDU

Tanıklar, Trabzon’un Hıristiyan Nüfusunun Tamamının

Nasıl İmha Edildiğini Anlatıyor

--------------------------

7 Ekim 1915

THE NEW YORK TIMES’a özel olarak telgrafla gönderilen haber.

LONDRA, 7 Ekim Perşembe – The Daily Chronicle’ın Lordlar Kamarası’ndaki parlamento muhabiri haber veriyor: “Bugün öğleden sonra Lord Bryce yürek kanatan bir konuşma yaparak, şu an Türkiye’de iktidarda olan çete tarafından tamamen önceden planlanmış ve titizlikle uygulanmakta olan bir politika çerçevesinde Ermeni halkının nasıl imha edilmekte olduğunu anlattı. Lord Bryce’ın hesaplamalarına göre, erkek, kadın ve çocuk, 800.000 Ermeni acımasızca katledildi.  

“Lordlar Kamarası, duygusallıktan son derece uzak bir meclistir; buna rağmen, Abdülhamit katliamlarını bile gölgede bırakan mezalimin hikayesini dinlerken, Lordlar Kamarası iliklerine kadar ürperdi. Lord Bryce’ın yerinde deyişiyle, Timurlenk döneminden yana tarih böyle canavarca ve bu kadar devasa boyutlarda bir suç görmemiştir. Önceki Türk padişahlarından birisinin, ‘Ermeni sorunundan kurtulmanın tek yolu, Ermenilerden kurtulmaktır,’ dediği söylenir.”

“Lord Bryce şöyle konuştu: ‘Bu dehşet verici politika, şu anki Türk hükümeti tarafından Abdülhamit döneminde yapılanlardan çok daha kapsamlı bir şekilde uygulanıyor. Ermeni ulusu halen tamamen yok edilmiş değil. Canını kurtaran, ama perişan halde olanlar Kafkaslardaki şehir ve kasabalara sığındı, bazıları Mısır’a ulaşmayı başardı; yeterli silahı olmayan ve açlıktan ölme derecesinde olan gruplar halinde bir avuç insan Sasun ve Kilikya dağlarında kendilerini kahramanca korumaya çalışıyorlar.

“Hayatta kalan bu biçare insanlar adına Lord Bryce tarafsız ülkelere son derece etkileyici bir çağrıda bulundu. Amerika’nın adını vermedi ama [İngiltere’nin] eski Washington Büyükelçisi olan Lord Bryce’ın tarafsız ülkelerin vicdanlarına seslenirken ve bazı suçlara, bugün dünya büyük bir savaşın depremiyle sarsılırken bile dünya kamuoyu tarafından müsamaha gösterilemeyeceğine inandığını söylerken, aklında geçenin Batı’daki bu büyük Cumhuriyeti  (ABD kastediliyor – ç.n.) olduğu belliydi.

“[Lordlar Kamarası’nda] Ermeni konusu, Lord Cromer’in, katliamlarda Alman konsolosluk görevlilerinin rolünün olduğu iddiasının somut delillere dayanıp dayanmadığına ilişkin sorusu üzerine açıldı. Lord Cromer, bu korkunç mezalimde Alman hükümetinin ve görevlilerinin suç ortaklığı konusunda güvenilir kanıtlar olmasa bile, Almanya’nın Konstantinopolis üzerindeki nüfuzu göz önünde bulundurulduğunda, Alman hükümetinin söz konusu suçları engellemek için sert ve enerjik önlemler aldığı ortaya konulmadığı müddetçe, ahlaki sorumluluktan kurtulamayacağına inandığını söyledi.

“Lord Cromer’ın sorusunu Hükümet adına cevaplayan Lord Crewe, Britanya Konsolosluk raporlarının katliamlar hakkında dehşet verici bilgiler içerdiğini, Kafkasya kentlerindeki sığınmacıların tarifsiz derecede korkunç koşullarda olduğunu söyledi.

“Lord Crewe şöyle konuştu: ‘Elimizde, Alman konsolosluk temsilcilerinin sadece seyirci olmayıp, bu katliamlarda yer almış olabileceği iddialarını teyid edecek resmi belgeler yok. Ancak bu doğrultuda beyanlar Amerikalı gözlemciler tarafından serbestçe dile getiriliyor. Başka yerlerde olanları dikkate aldığımızda, bunun imkansız bir şey olduğunu söyleyemeyiz. Geçen Temmuz ayında Dışişleri Bakanlığımız üzerinden Babıali’ye bu katliamları yapanların tarafımızdan şahsen sorumlu tutulacağını bildirdiğimizden bu yana Türk Hükümeti’ne doğrudan ya da dolaylı olarak bir uyarı göndermedik. Ancak bizim bu konuda ne düşündüğümüzü biliyorlar.’”

Ermeni katliamları hakkında The Daily News’da çıkan bir yazıda şöyle deniliyor:

“II. Wilhelm [olan bitenin] ne kadarını biliyor? Türk müttefikinin bir milyon Hıristiyanı imha etmesi konusunda İslam’ın Koruyucusu ne düşünüyor? Kont Reventlow’un ‘Türk yetkililer, güvenilmez, kana susamış, asi Ermeni unsurlara karşı sert önlemler almayı doğru buluyorsa bu onların yalnızca hakkı değil, aynı zamanda görevidir de’ şeklindeki duygudan yoksun sözlerini onaylıyor mu?  [Kont Reventlow], bir Alman olarak bu işe elbette karışamayacağını da sözlerine eklemişti.

“Bir Alman olarak elbette karışamaz. Amerika’nın dehşet içinde Turkiye’nin müttefikine başvurması sadece alay konusu olabilir. ‘Ve Pilatus su aldı, kalabalığın önünde ellerini yıkarken, ‘bu adil insanın kanından temizlendim, masumum’ dedi.”

VAN’DA TÜRKLERİN BAŞINDA BİR ALMAN VARDI

Dr. Yarrow Onu Ermenileri Top Atışına Tutan Birliklerin Başında Gördüğünü Söylüyor

KIZIL HAÇ KORUMADI

Geri Dönen Misyonerler: “Misyon Binalarına Çekilen Amerikan

Bayrağını Hedef Olarak Kullandılar”


6 Ekim 1915

Türkiye Ermenistanı’ndaki Van’dan dönen on altı misyoner  İskandinav-Amerikan gemisi Helling Olav ile New York’a geldiler. Amerikan Yabancı Misyonlar Heyeti’nin üyeleri misyonerler, Türkler ve Kürtlerin Ermenilere karşı “kutsal savaş” yürüttükleri haberlerini doğruladılar.

Bu misyonerler arasında, binlerce Ermeninin kılıç, ateş ve salgın hastalıklardan can verdiği, 20 Nisan – 17 Mayıs arasındaki Van kuşatması sırasında orada bulunan Peder Dr. Ernest Yarrow ile eşi Mrs. Yarrow, Dr. Clarence Ussher ve Dr. George Reynolds da yer alıyor.

"Yirmi yedi gün boyunca,” dedi Dr. Yarrow, “5.000 Türk ve Kürde karşı 1.500 kararlı Ermeni Van’ı korudu. Son üç gün şehri Alman bir subayın komutasındaki  bir Türk birliği tarafından getirilen Howitzer topuyla dövdüler. Topu ateşlerlerken başlarında emir veren Alman subayını kendi gözlerimle gördüm.”

"Ruslar gelmeden iki gün önce Türkler kasıtlı olarak misyon binalarına ateş ettiler. Misyon binaları başkalarıyla karıştıralamayacak kadar göze çarpıcı şekilde yükseliyor. Binalar korumak amacıyla beş Amerikan bayrağı ve bir Kızılhaç bayrağı çekilmişti. Atışlar o kadar isabetliydi ki, bir top direğin ipini kopardı ve bayrak yere indi. O sırada Van’da ve çevresinde 10.000-15.000 arasında Ermeni vardı. Kuşatma sırasında yalnızca bilinen her tür hastalıkla değil, Kürtler ve Türklere karşı da savaşmak zorunda kaldık.

Türklerin mezalimi hakkında sorulan sorulara karşılık Mr. Yarrow, Van ve çevresinde Ermenilere akla gelebilecek her türden işkence yapıldığını, kadın ve çocukların korkunç şekillerde yaralandığını anlattı: “Türkler ve Kürtler Ermenilere karşı kutsal savaş açtılar; hepsini imha etmeye kararlıydılar.”

Dr. Yarrow, Rusların geri çekilmesiyle misyonerlerin de Tiflis’e geçmeye karar verdiklerini, yolda iki kez Kürtlerin saldırısına uğradıklarını ve grupta bulunan yaşlı bir kadının bacağından kurşunla yararlandığını anlattı.

Dr. Yarrow, geride bıraktıkları Ermenistan’ın durumunun feci olduğunu, çok insanın tifüs ve diğer salgın hastalıklardan öldüğünü, misyonerlerin yarısının hastalandığını, altısının da öldüğünü söyledi.

Dr. Yarrow ile birlikte gelen misyonerler, New York’taErmenistan’daki durum hakkında gazetelerin yazdıklarının hiçbir şekilde abartı olmadığını, daha da fazlasının yaşandığını anlatıyolar.

Vasilefs Constantinos gemisiyle Newyork’a gelen, Asya Türkiye’sinde, Merzifon’daki Amerikan kolejinde Yunanca hocası Dr. J. P. Xenides, dün gece New York Ermeni Kolonyal Birliği tarafından West Street’teki Kısmet restoranında ağırlandı.

Dr. Xenides şöyle konuştu: “Merzifon’da sıkıntılar başladığında şehirde 12.000 ya da 13.000 Ermeni vardı. Kolejde aileleriyle birlikte yetmiş üç öğretmen ve altmış üç kız öğrenci bulunuyordu. Ben oradan ayrıldığımda, aileleriyle birlikte öğretmenler de dahil olmak üzere,  hepsi ya öldürülmüş, ya da sürgüne gönderilmişti. Altmış üç kız öğrenciye Türkler el koydu ve haremlerine kattılar. 

"Türk Hariciye Nazırı Büyükelçi Morgenthau’a Merzifon’daki Amerikan misyonu ve Ermenilere dokunulmayacağına dair söz vermişti, ama Vali’ye verdiği emirler tam tersi yöndeydi.

"26 Haziran’da bütün Ermenilerin, kervanla yirmi günlük yolda bulunan Dicle nehri üzerindenki Musul’a doğru yola çıkmak üzere şehri terketmesi emredildi. Yola çıkıldığında, erkekler ayrıldı ve farklı bir yöne götürüldü. Kadın ve çocuklar kağnı arabalarına bindirildiler. Erkeklerden bird aha haber alınmadı. Sonradan bana hepsinin öldürüldüğünü söylediler."

HÜKÜMET ERMENİSTAN İÇİN UYARIDA BULUNDU

Türkiye’ye Mezalimin Devam Etmesi Halinde Amerika’nın Dostluğunun Tehlikeye Düşeceği Bildirildi

4 Ekim 1915

 Washington – Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti,  Osmanlı Hükümeti’ne Ermenilerin gördüğü zulme ilişkin bir uyarıda daha bulundu.  

Dışişleri Bakanı Lansing bu gece Konstantinopolis’teki büyükelçi Morgenthau’a, Amerikan halkının Ermeni meselesiyle yakından ilgilendiğini ve Türk hükümetinin Ermenilerin korunması ve insanca muamele görmesi doğrultusunda önlemler almasını talep ettiğini bildiren bir mesaj gönderdi.  

Amerika Birleşik Devletleri tarafından gönderilen bir protesto notası mahiyetinde olmamakla birlikte söz konusu mesaj, Mr. Morganthau’a, Ermeni Hıristiyan halkına yapılan zulmün Amerikan halkında büyük tepki uyandırdığını ve bu zulmün devam etmesi halinde Birleşik Devletler halkının Türkiye halkına olan dostane duygularını kaybetmesi tehlikesine yol açacağını Osmanlı hükümetine bildirmesi yolunda bir talimat içeriyor.     

Dışişleri Bakanı Lansing bugün Türklerin Ermenilere yaptığı muamele konusunda Almanya’ya bir başvuruda bulunulmadığını belirtti. Ancak Konstantinopolis’teki Alman Büyükelçiliği’nin Türk Hariciye Nezareti’ne bir protesto notası verdiğinin Büyükelçi Morgenthau tarafından rapor edildiği bilgisi alındı.    Bir süre önce Dışişleri Bakanlığı’nın, Almanya’nın Amerika Büyükelçisi Count Von Bernstorff’tan konunun kendi Dışişleri Bakanlığının dikkatine sunmasını talep ettiğine ilişkin bir duyuru yayınlanmıştı.

  

 

ERMENİSTAN’DAN KORKUNÇ MEZALİM HABERLERİ

Sözüne Güvenilir Amerikalılar Böyle Bir Mezalimin Bin Yılda Eşinin Olmadığını Bildiriyor

TÜRKLERİN YAPTIĞININ BENZERİ YOK

Savunmasız Bir Halkı İmha Politikası Yürürlüğe Konuldu

BÜTÜN KÖYLER BOŞALTILDI

Erkekler ve Erkek Çocuklar Katlediliyor, Kadınlar ve Kızlar Köle Olarak Satılarak Müslüman Halka Dağıtılıyor

4  Ekim 1915

Haftalardır Türkiye Ermenistanı’ndaki duruma ilişkin soruşturma yürüten, önde gelen Amerikalıların oluşturduğu Ermeni Katliamları Komitesi dün araştırmalarının sonucunu ayrıntılı bir rapor halinde yayınladı. Raporda halihazırda Türklerin elinde Ermenilerin uğradığı mezalimin son bin yılda. gaddarlık ve zalimlikte bir benzerinin görülmediği anlatılıyor. Komite, ellerindeki bilgileri ulaştıran kişilerin “doğruluğu, dürüstlüğü ve güvenilirliğinin tartışma götürmez” olduğunu belirtti.

Rapor,  Türk İmparatorluğu’nun tüm bölgelerinden toplanmış bilgilere dayanıyor.

Raporda 15 yaşın altındaki çocukların Fırat nehrini atılarak boğdurulduğu, kadınların kucaklarındaki bebekleri yol kenarında ölüme terketmek zorunda bırakıldığını, genç kadın ve kızlara Türkler tarafından el konulup haremlerine kapatıldıkları, ya da en yüksek fiyatı verene satıldığını, erkeklerin öldürüldüğü ve işkence edildiği anlatılıyor. Üzerlerindeki giysiler dahil Ermenilerin ellerindeki her şeye katilleri tarafından el konuluyor. 

Raporda, falakanın yeniden kullanıma sokulduğu, yüksek Kilise görevlilerinin asıldığı, ailelerin dört bir yana dağıtıldığı, binlerce savunmasız, perişan halde insanın hayvan sürüleri gibi bir araya toplanarak imparatorluğun çöllük bölgelerine açlıktan ölmeye sürüldüğü aktarılıyor.   

Raporun altında imzası bulunan kişiler

Rapor aşağıdaki kişiler tarafından imzalanmış bulunuyor:

PEDER DAVID H. GREER, New York Piskoposluk Bölgesinde Protestan Episkopos.   

OSCAR S. STRAUS, eski Ticaret ve Çalışma Bakanı, eski Türkiye Büyükelçisi.   

CLEVELAND H. DODGE, Phelps,Dodge & Company  şirketi yetkilisi.

Dr. STEPHEN S. WISE, New York Free Sinagog Hahamı.   

CHARLES R. CRANE. Chicago, son seçim kampanyasında Ulusal Demokratik Kampanya grubunun Mali Komite Başkan Yardımcısı. 

ARTHUR CURTISS JAMES, Demiryolları Direktörü ve Hanover National Bank Direktörü, United States Trust Co. ve Phelps, Dodge & Co yetkilisi.  

PEDER Dr. FRANK MASON NORTH, Metodist Episkoposluk Kilisesi Yabancı Misyonlar Heyeti üyesi.   

JOHN R. MOTT, Uluslararası Young Men’s Christian Birliği üyesi 

WILLIAM W. ROCKHILL, eski Türkiye ve Rusya Büyükelçisi  

WILLIAM SLOANE, W. & J. Sloane Başkanı, 575 Beşinci Cadde New York.  

Dr. EDWARD LINCOLN SMITH, Amerikan Yabancı Misyon Temsilcileri Heyeti Üyesi   

PEDER Dr. FREDERICK LYNCH, New York Barış Derneği üyesi  

GEORGE A. PLIMPTON, Ginn & Co. yetkilisi, bir Konstantinopolis Kolejinin Mütevellisi

PEDER Dr. JAMES L. BARTON, Türkiye’de uzun yıllar misyoner olarak görev yapmış bir kişi, bugün Amerikan Yabancı Misyon Temsilcileri Heyeti Üyesi 

PEDER Dr.WILLIAM J. HAVEN. Epworth Birliğinin kurucularından.   

STANLEY WHITE: White Advertising Corporation Başkanı.

Professor SAMUEL P. DUTTON, Balkan ülkeleri uzmanı.

Bilgilerin Kimden Geldiği Gizli Tutuluyor

Raporun giriş bölümünde şöyle deniyor: “Herkes için bilinen nedenlerle, bizlere iletilen raporların  yazarlarının isimleri ve pozisyonlarını şu an için açıklayamıyoruz.  Ancak Komite olarak bu kişileri tanıyor ve gerek kendilerine, gerekse verdikleri bilgilere kefil olduğumuzu belirtiyoruz. Raporların birçoğunda bilgilerin yazıldığı yerlerin, hatta atıfta bulunulan şehir ve kasabaların adları bile, yazarın ve menfaatlerinin telafisi imkansız zararlara uğramaması için, gizlenmesi gerekmiştir."

Raporda yer alan bilgilerin kaynakları Rum, Bulgar, Amerikalı, Türk, Alman, İngiliz ve Ermeni kökenli kişilerdir.

20 bin sözcükten oluşan rapor yirmi beş bölüme ayrılmış. Tarihi 27 Nisan 1915 olan ilkinde “Ermenilere karşı harekat, Siyonistler dahil bütün Türk olmayan, misyon çalışanları ve ilerici unsurlara karşı planlı bir harekatın parçasıdır” deniyor.  

Üç gün sonraki tarihi taşıyan ikinci rapor Türkiye’nin iç bölgelerinde zulüm, yağma ve katliamları ve Zeytun ve Maraş Ermenilerine karşı “inanılmaz zalimlikteki” muameleyi aktarıyor.  

10 Temmuz tarihli raporda, “Barışçı Ermeni nüfusu yerinden söküp atmaya yönelik sistematik bir girişime karar verilmiş olduğu”nun açıkça ortada olduğu belirtiliyor. İşkence, yağma, tecavüz, cinayet, toplu göçertme,tehcir ve katliamın imparatorluğun tüm bölgelerinde sürdüğü ve bunun fanatik bir kalkışma ya da halktan gelen bir talep olmadığı, tümüyle keyfi bir şekilde Konstantinopolis tarafından yönetildiği belirtiliyor. 16 Temmuz tarihli bir raporda da “bir ırkın imhasına yönelik harekat yürütülmekte” diye yazıyor.

VI. bölümde Temmuz sonlarında çoğu Erzurum’dan tehcir edilen kadın ve çocukların katledilişi anlatılıyor. Katliam, Erzurum ile Harput arasında, Kemah yakınlarında yapılmış.   

Tehcir Zeytun’la Başladı

VII ve VIII. Bölümler, mezalimin en dehşet verici kısımlarını anlatıyor.  Bu kısımlardan bazı bölümler şöyle:

“20 Haziran. Tehcir yaklaşık altı hafta önce Zeytunlu 180 aileyle başladı. O tarihten itibaren Zeytun ve civar köylerin halkının tamamı, Elbistanlı Hıristiyanların çoğu, Haçin, Sis {{Kozan}}, Kars Pazar, Hasanbeyli ve Dörtyol’un Hıristiyan sakinlerinin büyük bir bölümü tehcir edildi. Bugüne kadar tehcir edilenlerin sayısı yaklaşık olarak 26.500'dür. Bunların yaklaşık 5.000'i Konya bölgesine, 5.000'i Halep ile civar köy ve kasabalara sevk edilmiştir; kalanı Deyr-el Zor, Rakka ve Mezopotamya'daki çeşitli yerlerde, hatta Bağdat çevresi gibi uzak diyarlardadır. Uygulama hâlâ sürüyor ve daha ne kadar devam edeceğini Tanrı bilir. Halihazırda çıkartılmış emirler bu bölgedeki sürgün sayısının 82.000'e kadar yükseleceğini gösteriyor; henüz Antep'ten sürülen olmadı, Maraş ve Urfa'dan ise çok az kişi sürüldü. Kumandanların emirleri makul ölçülerde insani görülebilirdi; ancak emrin uygulaması çoğu yerde son derece gereksiz sertlikte olmuş, çoğu kez kadın ve çocuklara, hasta ve yaşlılara acımasızca davranılmıştır. Bütün köyler bir saat önce haber verilerek boşaltıldı. Yolculuğa hazırlık yapılmasına, hatta bazı durumlarda farklı yerlerde bulunan aile üyelerinin bir araya gelmelerine bile fırsat verilmediğinden küçük çocukların arkada bırakıldığı bile oldu. Haçin'de, yol için yiyecek ve yatacak hazırlayabilen hali vakti yerinde insanlar bunları sokakta bırakmak zorunda bırakıldılar ve sonradan çok büyük açlık çektiler.”

Kadınlar Kamçı Altında Yürütüldüler

“Çoğu durumda erkekler (askerlik yaşına gelenlerin tamamına yakını orduya alınmıştı) birbirlerine ip ya da zincirlerle bağlandılar. Kucaklarında küçük bebekleri olan veya hamileliklerinin son günlerindeki kadınlar büyükbaş hayvanlar gibi kırbaçla yürütüldüler. Kadınların yolda doğum yaptığı üç farklı olay dinledim. Doğum yapan kadınlar, başlarındaki acımasız arabacıların yola devam etmeye zorlamaları yüzünden kan kaybı sonucu ölmüşler. Ayrıca görevli jandarmanın iyi davrandığı, zavallı kadının birkaç saat dinlenmesine izin verdiği, ardından onu bir at arabasına bindirdiği olumlu bir örnek de anlatıldı. Bazı kadınlar o kadar yorgun ve çaresiz düştüler ki çocuklarını yolda bırakmak zorunda kaldılar. Bazı kadın ve kızlara tecavüz edildi. Bir yerde jandarma komutanı çevresine topladığı erkeklere alenen kadın ve kızlara ne isterlerse yapmakta özgür olduklarını söylemiş. İaşeyle ilgili farklı yerlerde uygulamalar da farklıydı.   Bazı yerlerde Hükümet insanlara kumanya vermiş; bazı yerlerde yiyecek yardımı yapmaları için bölge halkına izin verilmiş; bazı yerlerde ne yiyecek verilmiş, ne de başkalarının yiyecek vermesine izin verilmiş. Büyük bir açlık ve susuzluk çekilmiş. Hastalıklar ve bazen açlıktan ölümler baş göstermiştir. Bu insanlar, farklı ırktan, farklı dinden ve farklı dilden topluluklar arasına, üç ya da dört ailelik küçük birimler halinde dağıtılıyor. Aileler diyorum ama, bunların beşte dördü kadın ve çocuktur; erkeklerin çoğu yaşlı ya da yetersizdir. Eğer önümüzdeki birkaç ay boyunca onlara yardım etme imkânı yaratılamazsa, yeni yerlerine yerleşene kadar üçte ikisi ya da dörtte üçü açlık ve hastalıktan ölecektir.”

Mahpuslar Ayakları Parçalanıncaya Kadar Dövülüyor 

“Bugün bir eve çağrıldım ve orada hapishaneden gelen ve yıkanmaya gönderilmiş olan bir çarşaf gördüm. Bu çarşaf yol yol akmış kan lekeleriyle kaplıydı. Bana sırılsıklam ve son derece kirli giysiler de gösterdiler. Mahpuslara neler yapmış olabileceklerini bilmem mümkün değildi; ama bunların bir kısmına bizzat tanık olmuş, çok güvenilir iki kişi beni aydınlattı. Mahpus bir odaya kapatılıyor (tıpkı Romalılar zamanında yapıldığı gibi), iki yanında ikişer jandarma ve odanın öteki ucunda falakayı yoruluncaya kadar dönüşümlü olarak vuran iki jandarma bulunuyor. Romalılar zamanında en fazla kırk sopa atılırdı, burada ise 200, 300, 500 hatta 800 sopaya kadar çıkıldığı oluyor. Ayaklar şişiyor, darbelerden yarılıyor ve kan fışkırıyor. Mahpus bunun ardından hapishaneye geri götürülüyor ve diğer mahpuslarla aynı yatağa konuyor — ki bu, kanlı çarşafı açıklamakta. Dayaktan kendini kaybeden mahpuslar başlarında aşağı soğuk su dökülerek ayıltılıyorlar – ki bu da ıslak ve kirli giysileri açıklıyor. Genç bir adam beş dakika içinde dövülerek öldürülmüş. Falakanın dışında, göğse sıcak ütü bastırma gibi başka yöntemler de uygulanıyordu. Bombalar için kovan döktüğünden kuşkulanılan bir demirci, ayak parmakları sülfürle (kezzap deniyordu) yakıldıktan sonra serbest bırakılmıştı. Halep’teki Alman Konsolosu sürgün edilenlerin sayısını 30.000 olarak tahmin ediyor. Konya bölgesindeki sağlıksız Sultaniye yöresine 5.000 insan sürgün edildi. Hükümet ilk günlerde biraz ekmek dağıttı. Ekmek bittiğinde ve bir daha ekmek verilmediğinde sefalet yürek parçalayıcı boyutlara ulaştı.”  19. Bölüm, falakaya ek olarak ateşin de işkence aracı olarak kullanıldığı bir başka dehşet öyküsü anlatıyor. Burada raporun yazarı zavallı kurbanların gözlerine mil çekildiğini duyduğunu anlatıyor. Başka bir vakada, bir mezarlıkta, muhtemelen Abdülhamit döneminde saklanmış olan bir bomba bulunduğu, bu bahane edilerek yüzlerce kişinin bombayı Türklere karşı kullanmak üzere sakladıkları suçlamasıyla işkenceye tabi tutulduğu aktarılıyor. Rapora göre, 26 Haziran jandarmalar şehirlerden birinde, evleri dolaşıp bulabildikleri genç ya da yaşlı, zengin ya da yoksul, sağlam ya da hasta tüm Ermeni erkekleri toplamış. Bazı yerlerde evlere zorla girilip hasta adamlar yataklarından sürüklenerek sokağa atılmış. Ayakkabıları ile giysileri çalınmış. Hapishaneye atılmışlar ve otuz ya da daha çok sayıda kişilik gruplar halinde yola çıkarılmışlar. Bazıları birbirine zincirliymiş. Türk hükümetiyle temas halinde bir adam daha sonra bunların hepsinin öldürüldüğünü söylemiş.”   

Osmanlı ordusunda görev yapanların aileleri de tehcir edildi

Halka Çarşamba günü yola çıkacak şekilde hazır olmaları talimatı verilmişti. Ama Salı günü sabaha karşı 03.30’da boşaltılacak ilk mahallenin kapılarında kağnılar belirdi ve insanlara derhal yola çıkmaları emredildi. Bazıları yataklarından çıkarılıp doğru dürüst giyinemeden sürüklendiler. Bütün sabah boyunca, kadınlar, çocuklar ve şurada burada önceki sürgünlerden kaçmış olan erkeklerin acılı kalabalığını yüklenerek şehri terkeden kağnıların gıcırtıları yankılandı. Bu kadınların birçoğunun kocaları ve erkek kardeşleri orduda, Türk Hükümeti için savaşmaktaydı. Şehirdeki panik korkunç boyutlardaydı. Halk hükümetin Ermeni ırkının kökünü kazımaya kararlı olduğunu hissediyordu ve karşı koyacak gücü yoktu. Erkeklerin öldürüldüğünden ve kadınların kaçırıldığından kimse kuşku duymuyordu. Hapisteki mahkumların çoğu salıverilmiş, _________’ın çevresindeki dağlar haydut sürüleriyle dolmuştu. Kadınların ve çocukların şehirden belli bir mesafeye kadar çıkarılıp, ondan sonra bu adamların merhametine bırakıldıklarından korkuluyordu. Bu mümkündür; zira ___________’daki Türk görevlilerin cazip genç kızları kaçırdıklarına dair kanıtlanabilir öyküler mevcut. Müslümanlardan biri, bir jandarmanın kendisine bir mecidiyeye(4 dolar) iki kız satmayı teklif ettiğini anlatmıştı. Kadınlar ölümden daha kötüsüne gittiklerine inandıkları için birçoğu gerektiğinde kullanmak üzere ceplerinde zehir taşıyordu. Bazılarında, öleceğini bildikleri yakınlarını yol kenarına gömmek için kazma kürekler vardı. Dehşetin hüküm sürdüğü bugünlerde, kurtuluşun kolay olduğunu bildiren bir duyuru yapıldı: İslamiyet’i kabul eden herkesin güven içinde evinde kalmasına izin verilecekti. Başvuruları kabul eden avukatlık büroları Müslüman olmak için dilekçe verenlerle dolup taşmaya başladı. Birçoğu bunu kadınlarını ve çocuklarını kurtarmak için yapıyordu, zira kurtuluşun sadece birkaç hafta içinde geleceğine inanmaktaydılar. Bu sürgünler aralıklarla iki hafta kadar devam etti. ________’daki yaklaşık 12.000 Ermeniden sadece birkaç yüzünün kaldığı tahmin ediliyor. İslamiyet’i kabul edeceklerini bildirenler bile gönderildiler. Bu yazı kaleme alındığı sırada, bu kafilelerin hiçbirinden kesin bir haber alınmamıştı.” Bir başka bölümde her kesimden, her yaştan 12.000 Ermeni’nin tehcir edildiği ve Müslüman nüfusun hepsinin de bu insanların kendilerine av olacağını bildikleri ve onlara birer cani gibi davrandığı anlatılıyor. “Bu zavallı kafile, peşinden cesetlerden oluşan bir iz bırakarak ilerliyordu.” 

Çocuğun başını taşla ezdiler

“Bu, çok sayıda Ermeninin yaşadığı bir köyde meydana geldi. ______________’den birkaç saat uzaklıktaki _____________ köyünde Gregoryen ve Katolik Ermeniler ile Türkler yaşıyordu. Sözüne güvenilir bir tanığın anlattığına göre varlıklı ve nüfuzlu bir Ermeni ile iki oğlu, arka arkaya dizildi ve tek bir kurşunla üçü birden öldürüldü.  Kırk beş erkek ve kadın köyden çıkarılıp kısa mesafede bir vadiye götürüldü. Kadınlar önce jandarma komutanlarının tecavüzüne uğradı, sonra da işleri bitirilmek üzere jandarmalara verildi. Aynı tanık bir çocuğun başının taşla ezilerek beyninin dağıtıldığını anlattı. Bu kırkbeş kişilik gruptaki bütün erkekler öldürüldü, biri bile sağ çıkmadı.” Başka bir bahtsız Ermeni kasabasının başına gelenlerden bir bölümü de şöyle: “Polis hemen her gün Ermenilerin evlerinde silah araması yapıyor ve herhangi bir şey bulamadığında en saygın, en namuslu adamları hapse atıyor. Bazıları sürülüyor, diğerleri de güya gizledikleri silahların yerini söylesinler diye kızgın demirlerle işkence görüyorlar. Jandarma her şeyi tam kontrolü altına almış görünüyor ve Mutasarrıf da onları destekliyor. Kentin en iyi vatandaşlarından yaklaşık yüzünü daha hapse attılar. Bugün jandarma komutanı Ermeni Piskoposu’nu çağırdı, Ermeniler silahlarını teslim etmez ve aralarındaki asileri ihbar etmezlerse, aldığı emir uyarınca, aynı ________ halkına yaptıkları gibi, _______’nın bütün Ermenilerini süreceğini söyledi. ____________ Ermenilerine nasıl muamele edildiğini biliyoruz, çünkü yüzlercesi sürüldükleri çöle giderken _________’dan geçti. Bu zavallı sürgünlerin çoğu kadın, çocuk ve yaşlı erkeklerdi. Vahşi hayvan gibi sopalarla dövülüyor ve kırbaçlanıyorlardı. Kadın ve kızlara, hem muhafızlar, hem de geçtikleri köylerdeki serseriler tarafından her gün tecavüz ediliyor, çünkü askerler bu serserilere sürgünlerin kampına gece girme, hatta kızları geceleri köylülere dağıtma izni vermişler.”

Bir Kadın Yaşadığı Dehşet Dolu Anları Anlatıyor  

Amerikan Komitesi’nin elindeki bir başka belgede ise “Jön Türk hükümeti Ermeni tebaasına karşı ilan ettiği savaşı aralıksız ve her gün artan bir şiddetle sürdürüyor” deniyor. Türkiye’den, dürüstlüğü tartışma götürmez bir kadının yazdıklarından bazı bölümler şöyle:

“Bizim kafile 1Haziran’da (eski takvimle) yola çıktı, beraberimizde on beş jandarma vardı. Kafilemiz 400-500 kişi kadardı. Evden iki saatlik uzaklıktaydık ki, köylü çeteleri ve çok kalabalık bir haydut grubu ellerinde tüfekler, tabancalar, baltalarla etrafımızı çevirdiler ve neyimiz var neyimiz yoksa aldılar. Jandarmalar üç atımı alıp Türk ‘muhacir’lere sattılar, parayı da ceplerine attılar. Paramı, kızımın boynuna asılı paraları, bütün yiyeceğimizi aldılar. Sonra erkekleri birer birer ayırdılar, altı-yedi gün içinde on beş yaşından büyük bütün erkekleri öldürdüler. Benim yanı başımda iki rahip öldürüldü, birisi doksan yaşından fazlaydı. Haydutlar bütün güzel kadınları atlarına atıp götürdüler. Birçok kadın ve genç kız dağa kaldırıldı, bunlar arasında kız kardeşim de vardı; bir yaşındaki çocuğunu kaldırıp atmışlardı. Bir Türk onu yerden aldı ve kim bilir nereye götürdü. Annem yürüyebildiği yere kadar yürüdü, sonra bir dağ tepesinde, yol kenarında yığıldı kaldı. Yolda, bizden önce ________’dan çıkan konvoylara rastladık. Bunlar arasında bazı kadınlar, kocaları ve çocuklarıyla birlikte öldürülmüştü. Yolda kalan bazı ihtiyarlara ve çocuklara rastladık, hâlâ canlıydılar, ama çok feci durumdaydılar; çığlık atacak sesleri bile kalmamıştı. Geceleri köylerde kalmamıza izin verilmiyordu, dışarıda yatıyorduk. Gece karanlığında, jandarmalar, haydutlar ve köylüler tarafından tarifsiz zulümler yapıldı. Çoğumuz açlıktan ve beyin kanamasından öldü. Bazıları yürüyemeyecek kadar güçsüz olduğu için yol kenarında bırakıldı. Bir sabah, elli-altmış arabayla kocaları savaşta ölmüş otuz kadar dul Türk kadını gördük. İstanbul'a gidiyorlardı. Kadınlardan biri eliyle işaret ettiği bir Ermeninin öldürülmesini istedi. Jandarmalar kendisinin öldürmek isteyip istemediğini sordu, o da "Niye olmasın?" dedi ve cebinden bir tabanca çıkarıp adamı vurdu. Bu Türk hanımlarından her birinin yanında on yaşından küçük beş-altı Ermeni kız çocuğu vardı. Türkler erkek çocukları almak istemiyor, yaşı kaç olursa olsun öldürüyorlardı. Bu kadınlar, kızımı da almak istediler, ama o benden ayrılmak istemedi. Sonra, Müslüman olmak istediğimizi söylediğimizde, ikimizi de arabalarına aldılar. Arabaya biner binmez nasıl Müslüman olacağımızı öğretmeye başladılar ve adlarımızı _____ ve ____ olarak değiştirdiler. En korkunç olaylar, hayal edilemeyecek kadar dehşet verici görüntüler bizi Erzincan Ovası'nda Fırat kıyılarında bekliyordu. Paramparça edilmiş kadın ve çocuk cesetleri tüyler ürperticiydi. Haydutlar bizlerle birlikte olan kadın ve kızlara her türlü kötülüğü yaptılar, çığlıkları göklere kadar yükseldi. Fırat kenarında, jandarmalar sağ kalan on beş yaşından küçük bütün çocukları nehre attılar. Yüzebilenler suda kaçmaya çalışırken tüfekle vurulup öldürüldü. Yedi gün sonra _________’a vardık. Burada tek bir Ermeni bile sağ bırakılmamıştı. Türk kadınları beni ve kızımı hamama götürdüler, bize İslam dinini kabul etmiş birçok kadın ve kız gösterdiler. 

Müslüman Suçlular Yağma İçin [Hapishanelerden] Serbest Bırakıldılar 

Dün kamuoyu ile paylaşılan bir tanıklıktan bazı bölümler de şöyle: 

“2 Ağustos günü orta yaşlı ve yaşlı kadınlardan ve on yaşından küçük çocuklardan oluşan yaklaşık 800 kişi, kırk beş günlük bir yürüyüşten sonra büyük bir sefalet içinde yaya olarak Diyarbakır'a ulaştı. Tüm genç kadın ve kızların Kürtler tarafından götürüldüklerini, paralarının ve diğer eşyalarının hepsinin alındığını, çektikleri açlık ve yokluğu anlatıyorlar. Halleri anlattıklarını doğruluyor. Ülkenin her yerinde önde gelen Ermeniler ya vuruldu, ya da asıldı. Tanınmış tüccarlar sefalete düşürüldüler ve sürüldüler. Otuz bin Müslüman suçlu hapishanelerden salındı, bunlardan sıkı askeri disiplin altında çeteler oluşturuldu. Bu çetelerin görevlerinden biri de köylere baskınlar düzenlemek, soymak ve sürgünleri öldürmek. Ermeni ve Rum Patriklerinin Türk hükümetinin bakanlarıyla görüşme talepleri reddedildi. Amerikan büyükelçisi de aralarında olmak üzere yabancı ülke büyükelçilerinin başvuruları  geri çeviriliyor ve İmparatorluk Hükümeti’nin tebaasına nasıl davranacağının kimseyi ilgilendirmediği cevabı veriliyor. Türk bakanlar ve diğer yetkililer Hıristiyan tebaayı yok etmeye ve Ermeni sorununa kesin çözüm getirmeye kararlı olduklarını birçok kez açıkça belirttiler. Bölgede Amerikalıların çok önemli dini ve eğitsel kurumları profesörlerini, öğretmenlerini, görevlilerini ve öğrencilerini kaybetmekteler; yüzlerce çocuğun barındığı yetimhaneler bile boşaltılıyor. Böylece yılmadan, yorulmadan verilen elli yıllık emeğin ürünleri yok ediliyor.  Devlet görevlileri, alay eder gibi Amerikalılara ‘Ermenilerin işini bitirdiğimize göre şimdi bu kurumları ne yapacaksınız?’ diye soruyorlar. Durum her geçen gün daha da kritik bir hale geliyor. Herkes Almanları suçluyor, çünkü bu toplu katliam (çünkü yapılan tam anlamıyla Ermeni ırkının imhasıdır) için doğrudan emir vermemiş olsalar bile, en azından onayladılar. Çöldeki kamplardan birine yapılan ziyaretin hikayesi, raporun sonlarında yer alıyor. Burada, cellatları tarafından en sefil hale düşürülmüş, açlıktan can çekişen yaşlı erkek, kadın ve çocukların durumu anlatılıyor. Kampta çok az erkek var. Çünkü, yazıldığına göre, ‘erkeklerin çoğu yolda öldürüldü.’ Birçok kadın ve küçük çocuk da aynı şekilde öldürüldü.”

"Bu insanların durumu, buradan giden ya da gitmek üzere olan insanları neyin beklediğini apaçık gösteriyor. Sistem öyle bir kurulmuş ki, Kürt çeteleri kafilelerdeki insanları, en başta erkekleri, bazen diğerlerini de öldürmek üzere yolda bekliyor. Tamamına bakıldığında harekatın, bu ülkede şimdiye kadar görülmüş en ayrıntılı şekilde organize edilmiş ve en etkili bir şekilde gerçekleştirilen katliam harekatı olduğu görülüyor."  

Türkler Misyonerlerin [Yardım] Çabalarını Engelliyor

“Amerikan Misyonerleri, perişan haldeki kadın ve çocuklara yardım etmenin yollarını aramaya başladılar. Bir yetimhane açmayı, burada çocuklara, özellikle Amerika’da doğmuş ama anne babasıyla birlikte buraya dönmüş olanlara, ayrıca Amerikan misyon ve okullarıyla bağlantısı olan anne-babaların çocuklarına  bakılabileceğini düşündüler. Her ne kadar yeterli imkan olmasa da, diğer vilayetlerden sürgünlerle birlikte buraya kadar gelebilen çocuklara yardım etmenin çok çeşitli yolları olabilirdi. Dün bu konuları konuşmak için Vali’yle görüşmeye gittim. Vali önerilerimi doğrudan reddetti. İstiyorsak bu insanlara yardım edebileceğimizi, ama hükümetin çocuklar için yetimhaneler kurmakta olduğunu, bizim bu türden bir çalışma yapamayacağımızı söyledi. Vali’nin yanından ayrıldıktan yarım saat kadar sonra bir duyuru yayınlandı: Burada kalan bütün Ermeniler, kadın ve çocuklar dahil, 13 Temmuz’a kadar şehri terk edeceklerdi. Büyükelçi Morgenthau’nun acil talebine cevaben Ermeni Katliamları Komitesi, Şefkat Komitesi ile işbirliği içinde büyük bir bağış kampanyası açma kararı aldı.  Bir kısım saygın beyefendiler daha şimdiden büyük miktarlarda bağışta bulundular. Ama ihtiyaç çok büyük. Çok sayıda küçük miktarda bağış bekleniyor. Ermeni halkına karşı işlenmekte olan suçlar zalimlik ve dehşet açısından son bin yılda tarihe geçmiş tüm diğer zulümleri geride bırakıyor. Eğitimlisi ve cahiliyle, zengini ve yoksuluyla [bütün bir halk] barbarlığın ve zulmün her şekline maruz kalmakta. Ancak çok sayıda Türkün bu imha politikasına karşı çıktığı da görülüyor. Hemen harekete geçilerek çok sayıda can kurtarılabilir ve evlerinden sökülüp atılanların en azından bir bölümü yerlerine geri dönebilir. Ulaşan bağışlar derhal Büyükelçiye ulaştırılacak.”

Bağışlar Sayman Charles R.Crane, 70 Beşinci Cadde  New York adresine gönderilmelidir

KATLİAMLARIN ÖNLENMESİ İÇİN BERNSTORFF'TAN DESTEK İSTENDİ

Dışişleri Bakanlığı Alman Büyükelçisi’nden

Ermeniler İçin Gayrıresmi Talepte Bulunuldu


 1 Ekim 1915
 

Washington 30 Eylül  -- Dışişleri Bakanlığı, Alman Büyükelçisi Kont Von Bernstorff’tan, Alman Hükümeti’nin Türkiye’deki Ermenilerin durumu konusunda müdahalede bulunması için nüfuzunu kullanması yönünde gayrıresmi talepte bulundu. 

Bugün açıklandığına göre söz konusu talep bir süre önce iletildi ve şu ana kadar doğrudan bir cevap gelmedi. Ancak Alman konsolosluk görevlisi tarafından Ermenilerin durumunun abartıldığını bildiren bir not gönderildi.  Yetkililer Berlin Dışişleri Bakanlığına resmi bir protestoda bulunulmadığını ve bu aşamada böyle bir şey düşünülmediğini belirtiyorlar. 

Dışişleri Bakanlığı, Amerikalıların haklarının resmi bir protestoya dayanak  teşkil edecek şekilde ihlal edildiği bilgisinin alınmadığını bildiriyor; ancak gayrıresmi kaynaklardan gelen bilgiler Amerikalıların can ve mal güvenliğinin bulunmadığını gösteriyor.

İstanbul’daki [Amerikan] Büyükelçisi Morgenthau bugün Amerikan Yabancı Misyon Temsilcileri Heyeti’ne gönderdiği telgrafta, Ermenilere yardım fonuna daha fazla  bağışta bulunulması gerektiğini bildirdi.

 Yayın tarihi: 1 Ekim 1915

TÜRKLER ERMENİ DEVLET YETKİLİLERİNİ ÖLDÜRDÜ

Von Bernstroff’un küçük göstermeye çalıştığı toplu katliamlar Kahire’den teyid edildi 


30 Eylül 1915

Londra, 29 Eylül – The Times’in Kahire muhabirinin 27 Eylül tarihli telgrafında aşağıdaki bilgiler yer alıyor: 

Ermenilere yapılan mide bulandırıcı ve dehşet verici mezalim haberleri buraya ulaşan bilgiler tarafından doğrulanıyor. Tıpkı daha öncekilerdeki gibi bu katliamların da İstanbul [Constantinopolis] tarafından organize edildiğine hiç kuşku yok. Ermenilere yönelik bu saldırı kararının,  Kafkaslar’daki yenilgisinin ardından  çoğunluğu Ruslara yardım etmiş olmaları nedeniyle Ermenilere karşı büyük bir öfke duyan Enver Paşa’nın geri dönüşünde alındığı anlaşılıyor.   

Görünen o ki, Talat Bey Küçük Asya’daki savunmasız toplumlardan intikam almak için bunu fırsat bildi. [Esas amacın üzerini örtmek için] bir de formül bulundu ve Ermenilerin yerlerinden edilmesi ve iç bölgelere tehcirine yönelik bir kararname yayınlandı.  Bu karara direnilmesi ya da yerine getirilmesinde gecikilmesi ölüm, tecavüz ve diğer şekillerde zulüm için yeterli bahane oluşturuyor.      

Önde gelen Ermenilerin başına gelen bir olay, emirleri yerine getirenlerin bile başına neler gelebileceğini gösteriyor. Parlamentonun önde gelen üyeleri olan Vartkes Efendi ile Zohraf Efendi, Daşnak partisinin önde gelenlerinden Aghnuni;  Bayındırlık ve Tarım eski Bakanı Haladjian Effendi, Diyarbekir’e götürülmek üzere Urfa’da bir arabaya bindirildiler ve yolda öldürüldüler. Eşlik eden görevlilerin verdikleri bilgiye göre cinayeti çeteler işledi. Talat Bey  daha yeni Vartkes’e dostluk gösterilerinde bulunmuştu.  

Şu an Port Said’de bulunan Süveydiye’den gelen sığınmacıların kahramanca direndiği anlatılıyor. Tehcir emri geldiğinde [burada yaşayan] 4.800 kişi dağa çıkmış ve 7 hafta boyunca burada direnmiş. Türklerin saldırılarından biri yirmi altı saat sürmüş. Ermenilerin başka yerlerde de direndiğine inanılıyor, ancak iç bölgelerdeki durum neredeyse tümüyle umutsuz. 

Belçika’da ya da Abdülhamit rejimi altında yapılanlar, mahiyet ve boyutları itibariyle bugün [Ermenilere] yapılan mezalimin yanında hiç kalır. Tehcir emrini verirken Talat Bey şöyle demişti: “Bundan sonra, en az 50 yıl içinde, Ermeni sorunu diye bir şey kalmayacak.” 

Yayın tarihi: 30 Eylül 1915